Zeytin ve zeytinyağının konuşulduğu zeytinin okulundaydık...
Edremit MYO Zeytincilik Programının düzenlediği bir seminer vardı geçtiğimiz günlerde. 2012 yılında gerçekleştirilen seminerlerin sonuncusuydu bu sanırım. "Değişen dünya ve zeytincilik" konulu seminer, Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi (UZZK) Başkanı Mustafa Tan tarafından verildi.
Bir süredir körfezde yaşadığımızdan bu seminere katılmak kaçınılmazdı benim için! Bu bahaneyle, Edremit Körfezi’nin zeytin denizi ortasına konuşlanmış zeytin okulunu, gencecik öğrencilerini ve evsahibi konumundaki hocaları Sayın Mücahit Kıvrak’ı da görüp tanımış olduk. Zeytincilik sektörü üzerine çok konuşulur çok yazılır, o yüzden sektörel bilgilerden ziyade içselleştirebildiklerimi paylaşmak isterim…
Bir kere, zeytinde şanslı bir yılı yaşadığımızı birinci elden bir kez daha duymak ve zeytin okumaya gelmiş gençleri izlemek sevindiriciydi.
Zeytincilik okulunu eski köy enstitülerine benzeten Sayın Tan’ın “üreticiyi kollayan gerçek ihracatçı” tanımına tanık olmak şaşırtıcıydı. İlginç! Sahi, nedir kimdir bu gerçek ihracatçılar? “Tüccar” denilen, üreticiden satın alan ve sonra o aldığı malı allayıp pullayarak alıcısına satan göbekli şişman adamlar vardı eskiden, onlar mı oluyor bu ihracatçılar?
Yine var mı o şişman adamlar? Yoksa şu obezite furyasıyla onlar da zayıflayıp şekil mi değiştirdiler? Hatta cinsiyet de değiştirmiş olabilirler! Öyle ya artık kadınlar da tüccarlık yapıyor. Sanırım asıl üzerinde durulması gereken; “Tüccar düşünmez, devlet düşünür” kanısını ortadan kaldırmak. Biraz konuyu açmak da yarar var; Gerçek ihracatçı derken ham maddeyi sağlayan üreticiyi, yani zeytin üreticisini de düşünen iyi niyetli tüccar demek isteniyor! Demek ki, binilen dal kesilmeyecek!
Sayın Tan, yaşadığı zorlu iklimsel hareketler nedeniyle İspanya ve İtalya’nın düşük üretimli bir yıl geçiriyor olduğunu ve bu durumun Anadolu zeytini için avantaja dönüşmesi gerektiğini de dile getirmişti o gün.
Coğrafi işaretli butik üretimin ve şişeli, markalı ihracatın öne çıkma şansının doğduğu bu hasat yılı, bereketli bir sezonun sevincini bütün zeytin bahçelerinde adeta haykırıyor. Bunu anlamanın tek yolu; masa başından kalkıp körfezin zeytin denizinde zeytine dokunmaktan geçiyor sanırım!
Salt zeytincilik sektörü için bunları konuşuyor olmamızın da vardır bir sebebi elbet. Zeytin Tanrının Lütfu, yaradılışın insanlığa armağı bir yiyecek olduğu için “adil ve eşitlikçi” söylemler en çok bu kara gözlüye yakışıyor galiba!
“Dünyanın en büyük yiyecek içecek mafyası zeytinyağı ve şarap mafyasıdır” diyen UZZK Başkanı, her ne kadar kutsal üründen çıkar sağlayan bir kesimin olduğunu zikretse de, zeytinyağının dünya üzerindeki üretim ve tüketimi açısından dengeli bir ürün olduğunu savunması ilginç bir yaklaşım!
Adil üretim, dağılım ve doğruluk kavramlarına hiç yakışmayan tağşiş, sahtecilik gibi üzerinde çok konuşulan kavramlara da değinildi panelde, ama o konulara değinmek istemiyorum. Zaten bir olgu ne kadar çok üzerinde durulup konuşulursa o kadar meşru hale gelir! O yüzden olumsuz şeyleri bil ama olumlu hareketlere yönel diyor iç sesim.
Vaktiyle Anadolu’nun her yanında bitkisel yağ pazarlayacağız diye, ellili yıllardan başlayıp seksenlere kadar uzanan çok kapsamlı kampanyalar başlatılmıştı. Kendi topraklarında sahip olduğu zeytin ve zeytinyağına yabancılaşan insanlar türetildi o yıllarda. “Fakirin katığı” deyip küçümsenen zeytin, köylülükle hakir görülen zeytinyağı kullananlar ve “zeytinyağlı yiyemem aman” diyen türküler…
Tereyağı ve zeytinyağını öteleyip margarin ve türevlerini çabucak mutfaklarına sokan Türk Halkı, önce şehirlinin sonrasında da özentiyle köylünün mutfağına yerleştirdi.
Sağlıklı (!) nebati yağlar bizim kuşağın çok iyi bildiği bir gerçekliktir.
Hangimiz margarin sürülmüş reçelli ekmek yemedik ki? Kızarmış ekmeğimizi zeytinyağına da bandık ama, annelerimiz soframızdan sabun kalıbı gibi duran margarinleri de eksik etmediler ve ne hikmetse tereyağını “ağır kokuyor” yaftası ile damgaladık! Başta ABD ve Avrupalı bazı şirketlerce vaktiyle unutturulmaya çalışılan zeytinyağı kullanım alışkanlığımız, Akdeniz Diyeti’nin keşfi ve sağlık otoritelerinin işareti ile yine baş aday oyuncu. Hadi bakalım…
İstikrarlı, acele etmeyen, elindeki zeytinin ve zeytinyağının değerini bilen üreticinin bu yıl iyi kazanacağını ifade eden Sayın Tan’ı dinlerken biraz üretici oldum, biraz tüccar, biraz da... Tüketen olmayı sevmediğimden kullanıcı diyeyim, evet aslında zeytinyağı kullanan biri olarak üreticiyi de tüccarı da anlayabilmem mümkün değil! Tek anlayabildiğim; niçin birleşemedikleri…
Tuzlu rüzgârların özgürce zeytin ağaçlarına boca ettiği o sihirli zeytinyağının eşsiz tadına sahip Edremit Körfezi, Kaz Dağı ve Ayvalık Bölgesi muhteşem bir coğrafya. Bu coğrafyanın zeytin üreten insanları kendi aralarında birleşemezler mi sahi? Paylaşamadıkları nedir? Göz alabildiğine sınırsız bir zeytin denizine dalarsınız bu bölgede. İnsanın dayanamayıp; “zeytinliklerinizin kıymetini bilin” diyesi gelir. Rahmetli eşinin vefatından sonra onu unutamayıp sürekli “ule oğlum karının kıymetini bil” diyen yazar sevgili Tarık Dursun K.’nın kulakları çınlasın...
“Made in Turkey” diyor UZZK Başkanı, İhracatçının bu ibareyi kullanarak ticaret yapmasını diliyor. Beş bin ton dökme yağ ihracatı, beşbin ton ambalajlı yağ kotasıyla dengelensin diyor…
Başka ne diyor; Ambalajlı coğrafi üretim diyor, primin hareketlenmesi gerek diyor, üretici devletten alacağı primle değil, tüccara satacağı zeytinyağı ile kazansın diyor. Bunu bir şekilde “Battaniye Teorisi” benzetmesiyle Tayfun Özkaya hocamız da çok güzel anlatmıştı geçtiğimiz günlerde. 2012’nin son haftasına damga vuran sektörel söylemlerden biriydi.
İşte o söylemlerden biri daha; Sayın Tan’ın rahmetli dedesinden duyduğu Müslümanlarca zikredilen bir özdeyişiymiş; "Çıksa mehdi çalsa seyfi, belki cihan düzele kaldı bizim işimiz merhamet ile yezele".
Özdeyişleri bol olan bir coğrafyanın insanlarıyız. Tarihin tekerrüründen sıyrılıp yepyeni tarihler yazabilmek adına mutlu ve umutlu yıllar dilemek istiyorum.
Zeytin ve zeytinyağının konuşulduğu zeytinin okulundaydık...
Edremit MYO Zeytincilik Programının düzenlediği bir seminer vardı geçtiğimiz günlerde. 2012 yılında gerçekleştirilen seminerlerin sonuncusuydu bu sanırım. "Değişen dünya ve zeytincilik" konulu seminer, Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi (UZZK) Başkanı Mustafa Tan tarafından verildi.
Bir süredir körfezde yaşadığımızdan bu seminere katılmak kaçınılmazdı benim için! Bu bahaneyle, Edremit Körfezi’nin zeytin denizi ortasına konuşlanmış zeytin okulunu, gencecik öğrencilerini ve evsahibi konumundaki hocaları Sayın Mücahit Kıvrak’ı da görüp tanımış olduk. Zeytincilik sektörü üzerine çok konuşulur çok yazılır, o yüzden sektörel bilgilerden ziyade içselleştirebildiklerimi paylaşmak isterim…
Bir kere, zeytinde şanslı bir yılı yaşadığımızı birinci elden bir kez daha duymak ve zeytin okumaya gelmiş gençleri izlemek sevindiriciydi.
Zeytincilik okulunu eski köy enstitülerine benzeten Sayın Tan’ın “üreticiyi kollayan gerçek ihracatçı” tanımına tanık olmak şaşırtıcıydı. İlginç! Sahi, nedir kimdir bu gerçek ihracatçılar? “Tüccar” denilen, üreticiden satın alan ve sonra o aldığı malı allayıp pullayarak alıcısına satan göbekli şişman adamlar vardı eskiden, onlar mı oluyor bu ihracatçılar?
Yine var mı o şişman adamlar? Yoksa şu obezite furyasıyla onlar da zayıflayıp şekil mi değiştirdiler? Hatta cinsiyet de değiştirmiş olabilirler! Öyle ya artık kadınlar da tüccarlık yapıyor. Sanırım asıl üzerinde durulması gereken; “Tüccar düşünmez, devlet düşünür” kanısını ortadan kaldırmak. Biraz konuyu açmak da yarar var; Gerçek ihracatçı derken ham maddeyi sağlayan üreticiyi, yani zeytin üreticisini de düşünen iyi niyetli tüccar demek isteniyor! Demek ki, binilen dal kesilmeyecek!
Sayın Tan, yaşadığı zorlu iklimsel hareketler nedeniyle İspanya ve İtalya’nın düşük üretimli bir yıl geçiriyor olduğunu ve bu durumun Anadolu zeytini için avantaja dönüşmesi gerektiğini de dile getirmişti o gün.
Coğrafi işaretli butik üretimin ve şişeli, markalı ihracatın öne çıkma şansının doğduğu bu hasat yılı, bereketli bir sezonun sevincini bütün zeytin bahçelerinde adeta haykırıyor. Bunu anlamanın tek yolu; masa başından kalkıp körfezin zeytin denizinde zeytine dokunmaktan geçiyor sanırım!
Salt zeytincilik sektörü için bunları konuşuyor olmamızın da vardır bir sebebi elbet. Zeytin Tanrının Lütfu, yaradılışın insanlığa armağı bir yiyecek olduğu için “adil ve eşitlikçi” söylemler en çok bu kara gözlüye yakışıyor galiba!
“Dünyanın en büyük yiyecek içecek mafyası zeytinyağı ve şarap mafyasıdır” diyen UZZK Başkanı, her ne kadar kutsal üründen çıkar sağlayan bir kesimin olduğunu zikretse de, zeytinyağının dünya üzerindeki üretim ve tüketimi açısından dengeli bir ürün olduğunu savunması ilginç bir yaklaşım!
Adil üretim, dağılım ve doğruluk kavramlarına hiç yakışmayan tağşiş, sahtecilik gibi üzerinde çok konuşulan kavramlara da değinildi panelde, ama o konulara değinmek istemiyorum. Zaten bir olgu ne kadar çok üzerinde durulup konuşulursa o kadar meşru hale gelir! O yüzden olumsuz şeyleri bil ama olumlu hareketlere yönel diyor iç sesim.
Vaktiyle Anadolu’nun her yanında bitkisel yağ pazarlayacağız diye, ellili yıllardan başlayıp seksenlere kadar uzanan çok kapsamlı kampanyalar başlatılmıştı. Kendi topraklarında sahip olduğu zeytin ve zeytinyağına yabancılaşan insanlar türetildi o yıllarda. “Fakirin katığı” deyip küçümsenen zeytin, köylülükle hakir görülen zeytinyağı kullananlar ve “zeytinyağlı yiyemem aman” diyen türküler…
Tereyağı ve zeytinyağını öteleyip margarin ve türevlerini çabucak mutfaklarına sokan Türk Halkı, önce şehirlinin sonrasında da özentiyle köylünün mutfağına yerleştirdi.
Sağlıklı (!) nebati yağlar bizim kuşağın çok iyi bildiği bir gerçekliktir.
Hangimiz margarin sürülmüş reçelli ekmek yemedik ki? Kızarmış ekmeğimizi zeytinyağına da bandık ama, annelerimiz soframızdan sabun kalıbı gibi duran margarinleri de eksik etmediler ve ne hikmetse tereyağını “ağır kokuyor” yaftası ile damgaladık! Başta ABD ve Avrupalı bazı şirketlerce vaktiyle unutturulmaya çalışılan zeytinyağı kullanım alışkanlığımız, Akdeniz Diyeti’nin keşfi ve sağlık otoritelerinin işareti ile yine baş aday oyuncu. Hadi bakalım…
İstikrarlı, acele etmeyen, elindeki zeytinin ve zeytinyağının değerini bilen üreticinin bu yıl iyi kazanacağını ifade eden Sayın Tan’ı dinlerken biraz üretici oldum, biraz tüccar, biraz da... Tüketen olmayı sevmediğimden kullanıcı diyeyim, evet aslında zeytinyağı kullanan biri olarak üreticiyi de tüccarı da anlayabilmem mümkün değil! Tek anlayabildiğim; niçin birleşemedikleri…
Tuzlu rüzgârların özgürce zeytin ağaçlarına boca ettiği o sihirli zeytinyağının eşsiz tadına sahip Edremit Körfezi, Kaz Dağı ve Ayvalık Bölgesi muhteşem bir coğrafya. Bu coğrafyanın zeytin üreten insanları kendi aralarında birleşemezler mi sahi? Paylaşamadıkları nedir? Göz alabildiğine sınırsız bir zeytin denizine dalarsınız bu bölgede. İnsanın dayanamayıp; “zeytinliklerinizin kıymetini bilin” diyesi gelir. Rahmetli eşinin vefatından sonra onu unutamayıp sürekli “ule oğlum karının kıymetini bil” diyen yazar sevgili Tarık Dursun K.’nın kulakları çınlasın...
“Made in Turkey” diyor UZZK Başkanı, İhracatçının bu ibareyi kullanarak ticaret yapmasını diliyor. Beş bin ton dökme yağ ihracatı, beşbin ton ambalajlı yağ kotasıyla dengelensin diyor…
Başka ne diyor; Ambalajlı coğrafi üretim diyor, primin hareketlenmesi gerek diyor, üretici devletten alacağı primle değil, tüccara satacağı zeytinyağı ile kazansın diyor. Bunu bir şekilde “Battaniye Teorisi” benzetmesiyle Tayfun Özkaya hocamız da çok güzel anlatmıştı geçtiğimiz günlerde. 2012’nin son haftasına damga vuran sektörel söylemlerden biriydi.
İşte o söylemlerden biri daha; Sayın Tan’ın rahmetli dedesinden duyduğu Müslümanlarca zikredilen bir özdeyişiymiş; "Çıksa mehdi çalsa seyfi, belki cihan düzele kaldı bizim işimiz merhamet ile yezele".
Özdeyişleri bol olan bir coğrafyanın insanlarıyız. Tarihin tekerrüründen sıyrılıp yepyeni tarihler yazabilmek adına mutlu ve umutlu yıllar dilemek istiyorum.