İnsan denilen varlık "olduğu" kadardır! Hayal edip düşündüğü, hissettiği, gördüğü, işittiği, kokladığı, dokunduğu, diliyle tattığı kadardır... İnsan; bütün duyularıyla bir bütündür, bu bütünlüğün tadım ve doyum unsurları sosyalleşen insanı öyle bir yere taşır ki; Varılan noktada geleneksel kültürle beraber yaşamın sanat olma hali ortaya çıkar.
Şöyle diyebilmek belki daha da doğru; "sanat, insan yaşamının ve geleneksel kültürün vaz geçilmez bir parçasıdır.
Yaşamın başlı başınalığının "sanat" olarak adlandırılabileceğini yıllardır savunurum. Dünya üzerinde ne kadar insan varsa, bir o kadar da şaşırılacak yeni şey vardır. Yeni şeyler, başka yeni şeyleri getirirler yaşamlarımıza "her insan yeni bir dünyadır" sözünün altında yatan da budur zaten. O yüzden, sanatın uzaklarda ulaşılmaz bir zümrüt-ü anka kuşu olmadığını yıllardır savunmuşumdur. Taa ki, "yaşama sanatı" türünden söylemlerden bıkıp yaşamın bütünselliğinde karar kılıncaya değin! Zaten tam da bu sıralarda varolmuştu Siyaz.
Ona kısaca şöyle demiştim yıllar önce; "Siyah bir kara noktadan beyaza geçişte, grinin adlandırılmamış adı." Siyaz, bir enstalasyon eviydi, yaşamın renklerini oyuncak parçaları gibi sürekli değişikliğe uğratarak habire yenilediğim, deviniminin gözle görülebileceği bir yere oturttuğum masalımsı hayal evimdi.
Yaşam evi miydi, resim heykel galerisi, kütüphane miydi? Kafe/restoran mıydı? Kültür ve sanat evi miydi, Doğunun batı rüzgarlarıyla harmanlanarak önüne kattığı değişimin, mistik adresi miydi, neydi Siyaz?
Tıpkı özündeki tanımı gibi siyah ile beyaz arasındaki bütün renkleri kapsayan ama tek başına hiçbiri olan, çoğul bir şeydi olsa olsa. Siyaz'ı tanımlarken hep eksik kaldığımı farketmek beni sürekli şaşırtmıştır. Siyaz'ın ne olmadığını söyleyebilmek kolaydı da, ne olduğu konusunda istikrarlı sözcükler sarfetmek zor muydu ne?
Şimdi olduğu gibi, hep etrafında dans ettim asıl gerçek olanın, o 'asıl' diye adlandırdığım neydi? Bilinmeyen, varılmak istenen utku, varmaktan korktuğum biricik şey "İnsanlık İthaka'sı" mıydı?
İnsan, insan, insan diye çıktığımı söylemiştim yola, doğru muydu gerçekten? Ego, ego, ego diye başkaldırmış olmayayım içinde bulunduğum dünyaya? Mümkündür. Sahipsiz bir başkaldırının yumuşak karınlı dışavurumuydu belki Siyaz, 1990'lı yıllarda...
Siyaz Enstalasyon Evi; Uludağ yolu'nda Çekirge'nin dik yamaçlarından, Bursa'ya tepeden bakan duruşuyla protest bir kuleydi çoklarınca. Uysal, pasif ve bir o kadar şaşırtıcı bir insanlık kulesi.. Kimi hemen kavrayacak bir yanını bulup benimsemişti, kimi de ürküp uzaklaşabildiği kadar öteye kaçmıştı! İnsanların rutinini bozan yaşam karelerinin renk ve konumlarını değişime uğratmak kolay gerçekleşmiyor. Aşçı Fok'un, insanların karınlarını ve ruhlarını doyurma serüveni ilk kez Siyaz ile kitlelere ulaşmıştı o yıllarda...
Şaşırtabildiğiniz, içine çekebildiğiniz ölçüde deneyime hazırlayabilirsiniz insanları. Önce yapmak istediğinize sizin inanmanız, sizin sevip benimsemeniz gerekir.
Siyaz'ın mutfağı oyun bahçemdi, heyecan ve coşkuyla denediğim lezzetleri insanlarla buluşturmanın, onların aldığı keyfi doyasıya yaşamanın hazzını nasıl tarifleyebilirim ki? Lezzetlerin farklılığı bir yana sunuş ve ortamın eşsiz biricikliğini kendimle içselleştirişimi, ancak bir notanın esrarlı anahtarı anımsatabilir çok ötelerden... Müziğiyle, ışığıyla, örtü ve yastıklarıyla, o vakitler her yerde bulunmayan tütsü, mum ve kokularıyla sükunet veren dinginliğini, insanlara kendilerini iyi hissettiren davranışlarımın bende yarattığı çoğalımını nasıl izah edebilirdim ki... İç hazzı yaratabilmek, yaşatıp paylaşılabilir bir yere oturtabilmek anlaşılır olabilmenin ötesinde emek istiyor, aşk istiyor.
Aşksız mümkün değil, sevgisiz hiç....
Aşçı Fok'un yaşam yolculuğunda Siyaz önemli bir mihenk taşıdır. Siyaz'ın öğretileridir Aşçı Fok'u yaratıp çenebaz bir gırtlakçı yapan.
Ne diyordum? İnsan olduğu kadardır. Hayal edip düşündüğü, hissettiği, gördüğü, işittiği, kokladığı, dokunduğu, tattığı kadardır... Kısaca yiyip içtiği kadardır insan.
Aşçı Fok, düzenlediği yeme içme şölenlerinin iştah kabartan cazibesiyle, insanların ruhlarını uçurmaya heveslenip, her yeni günle beraber sonu belirsiz bir yolculuğa çıkarmayı hedeflerdi Siyaz atmosferinde. İnsana dair bilinen insan olma halleriyle gözün, karnın, kulağın doyduğu "Yaşama Sanatı", "Damak Enstalasyonu," "Damak Erotizmi" gibi söylemler, soru işaretleriyle dolu cevap anahtarsız testler gibiydi o vakitler. Zordu tabi, zordu ilk olmak. Bütün ilkler gibi aşılması hazmedilmesi zaman istedi. Göreceli zaman kavramına takılan sınırlı belleklerle uçabilmek ne denli güçtür oysa.
Ağırlıklardan kurtulmalı da, nasıl?
Uçmak cesaret ve sabır ister, egolarımızla yüzleşmek ister. Siyaz Hanım uçtu, egoları ağır geldi denize düştü. Önce aşık sonra "Aşçı Fok" oldu. Her insanın "insan" olamayacağı gibi her isteyenin "fok" ve "aşçı" olamayacağı da gün gibi aşikar oldu!
Atalarımın bir sözü vardır: "aç tavuk kendini darı ambarında görürmüş" aynen öyle. Ben kim, aşçılık kim! Et yemeyen, sakatat ve bilumum yürüyen mahlukatı katledip tadına bakamayan birinden aşçı, hele de gurme filan olur mu? Mazallah olmaz! Velhasıl, sebze, meyve ve otla beslenen Aşçı Fok'tan aşçı da olmaz!
İyisi mi, siz benim yazdıklarımı okusanız da tariflerimi uygulamayın.
Gönül hoşluğunuz ve yaşam lezzetiniz bol olsun.
Teşekkür İnsan, yaşamındaki tüm güzellikler için öyle çok şeye teşekkür etmek istiyor ki, sıralamaya kalkınca hepsi birden hücum ediyor sözcüklere.
En başta özvarlığımı bir arada tutan sonsuzluğun gücüne şükran duygularımı ifade etmeliyim. Sonra da, yaşamıma değen bana ilham veren herkese...
Ve elbette Aşçı Fok site tasarımını gerçekleştiren can yoldaşım Turgay Tezgin'e, sponsorlarım Esin ve Orhan Çakır'a, Aşçı Fok logo ve çizimleri için Altan Üren'e, Gülce Çakır'a, hukuki konulardaki desteği için Av. Zeynep Tezgin'e çok teşekkür ediyorum.
Alıp vermenin onurlandırdığı paylaşımların yüce güzelliğiyle, sevgiyle...
Her zaman bir yazıp, pir yazan..bir yapıp pir yapan
Sevgili Nurdan Hanım,
Sizi Foça''''dan kaybetmekten üzüntü duyuyorum..ancak her yazınızı okurken, sanki yepyeni bir dünya keşfediyorum, ara ara yaptıklarınızı, pişirdiklerinizi öğrendikçe hayret ediyor, sizi tanımış olmaktan da mutluluk duyuyorum.
Uzaktasınız ama, iyi ki varsınız...
Sevgiler
Yorum yazan : muhterem sirkeci
Tarih : 23.1.2012
hepimiz evimizin ahçısıyız ama anlatmak tarif vermek hiç kolay değil aynı yazmak gibi... bol bol konuşuyoruz ama yazamıyoruz....pişiriyoruz amalezzet konusunu yedirdiklerimizden almak lazım..Bir gün sizinle bir sofrada buluşmayı çok istiyorum....Güzel yazılarınız yemeklerdende lezzetli...ellerinize zihninize sağlık....
Yorum yazan : muammer tekin
Tarih : 27.2.2011
doğa aşığı birilerinin yazdıklarını okumak zevk veriyor
Yorum yazan : yüksek ökçe
Tarih : 29.1.2010
Saat gecenin 2:43''ü ve ben daldım, çıkamıyorum sitenizden:)
Bu kadar mı tatlı dilli anlatılır herşey..
Kovsanız da gitmem artık, geç keşfettiğim için özür diliyorum..
İnsan denilen varlık "olduğu" kadardır! Hayal edip düşündüğü, hissettiği, gördüğü, işittiği, kokladığı, dokunduğu, diliyle tattığı kadardır... İnsan; bütün duyularıyla bir bütündür, bu bütünlüğün tadım ve doyum unsurları sosyalleşen insanı öyle bir yere taşır ki; Varılan noktada geleneksel kültürle beraber yaşamın sanat olma hali ortaya çıkar.
Şöyle diyebilmek belki daha da doğru; "sanat, insan yaşamının ve geleneksel kültürün vaz geçilmez bir parçasıdır.
Yaşamın başlı başınalığının "sanat" olarak adlandırılabileceğini yıllardır savunurum. Dünya üzerinde ne kadar insan varsa, bir o kadar da şaşırılacak yeni şey vardır. Yeni şeyler, başka yeni şeyleri getirirler yaşamlarımıza "her insan yeni bir dünyadır" sözünün altında yatan da budur zaten. O yüzden, sanatın uzaklarda ulaşılmaz bir zümrüt-ü anka kuşu olmadığını yıllardır savunmuşumdur. Taa ki, "yaşama sanatı" türünden söylemlerden bıkıp yaşamın bütünselliğinde karar kılıncaya değin! Zaten tam da bu sıralarda varolmuştu Siyaz.
Ona kısaca şöyle demiştim yıllar önce; "Siyah bir kara noktadan beyaza geçişte, grinin adlandırılmamış adı." Siyaz, bir enstalasyon eviydi, yaşamın renklerini oyuncak parçaları gibi sürekli değişikliğe uğratarak habire yenilediğim, deviniminin gözle görülebileceği bir yere oturttuğum masalımsı hayal evimdi.
Yaşam evi miydi, resim heykel galerisi, kütüphane miydi? Kafe/restoran mıydı? Kültür ve sanat evi miydi, Doğunun batı rüzgarlarıyla harmanlanarak önüne kattığı değişimin, mistik adresi miydi, neydi Siyaz?
Tıpkı özündeki tanımı gibi siyah ile beyaz arasındaki bütün renkleri kapsayan ama tek başına hiçbiri olan, çoğul bir şeydi olsa olsa. Siyaz'ı tanımlarken hep eksik kaldığımı farketmek beni sürekli şaşırtmıştır. Siyaz'ın ne olmadığını söyleyebilmek kolaydı da, ne olduğu konusunda istikrarlı sözcükler sarfetmek zor muydu ne?
Şimdi olduğu gibi, hep etrafında dans ettim asıl gerçek olanın, o 'asıl' diye adlandırdığım neydi? Bilinmeyen, varılmak istenen utku, varmaktan korktuğum biricik şey "İnsanlık İthaka'sı" mıydı?
İnsan, insan, insan diye çıktığımı söylemiştim yola, doğru muydu gerçekten? Ego, ego, ego diye başkaldırmış olmayayım içinde bulunduğum dünyaya? Mümkündür. Sahipsiz bir başkaldırının yumuşak karınlı dışavurumuydu belki Siyaz, 1990'lı yıllarda...
Siyaz Enstalasyon Evi; Uludağ yolu'nda Çekirge'nin dik yamaçlarından, Bursa'ya tepeden bakan duruşuyla protest bir kuleydi çoklarınca. Uysal, pasif ve bir o kadar şaşırtıcı bir insanlık kulesi.. Kimi hemen kavrayacak bir yanını bulup benimsemişti, kimi de ürküp uzaklaşabildiği kadar öteye kaçmıştı! İnsanların rutinini bozan yaşam karelerinin renk ve konumlarını değişime uğratmak kolay gerçekleşmiyor. Aşçı Fok'un, insanların karınlarını ve ruhlarını doyurma serüveni ilk kez Siyaz ile kitlelere ulaşmıştı o yıllarda...
Şaşırtabildiğiniz, içine çekebildiğiniz ölçüde deneyime hazırlayabilirsiniz insanları. Önce yapmak istediğinize sizin inanmanız, sizin sevip benimsemeniz gerekir.
Siyaz'ın mutfağı oyun bahçemdi, heyecan ve coşkuyla denediğim lezzetleri insanlarla buluşturmanın, onların aldığı keyfi doyasıya yaşamanın hazzını nasıl tarifleyebilirim ki? Lezzetlerin farklılığı bir yana sunuş ve ortamın eşsiz biricikliğini kendimle içselleştirişimi, ancak bir notanın esrarlı anahtarı anımsatabilir çok ötelerden... Müziğiyle, ışığıyla, örtü ve yastıklarıyla, o vakitler her yerde bulunmayan tütsü, mum ve kokularıyla sükunet veren dinginliğini, insanlara kendilerini iyi hissettiren davranışlarımın bende yarattığı çoğalımını nasıl izah edebilirdim ki... İç hazzı yaratabilmek, yaşatıp paylaşılabilir bir yere oturtabilmek anlaşılır olabilmenin ötesinde emek istiyor, aşk istiyor.
Aşksız mümkün değil, sevgisiz hiç....
Aşçı Fok'un yaşam yolculuğunda Siyaz önemli bir mihenk taşıdır. Siyaz'ın öğretileridir Aşçı Fok'u yaratıp çenebaz bir gırtlakçı yapan.
Ne diyordum? İnsan olduğu kadardır. Hayal edip düşündüğü, hissettiği, gördüğü, işittiği, kokladığı, dokunduğu, tattığı kadardır... Kısaca yiyip içtiği kadardır insan.
Aşçı Fok, düzenlediği yeme içme şölenlerinin iştah kabartan cazibesiyle, insanların ruhlarını uçurmaya heveslenip, her yeni günle beraber sonu belirsiz bir yolculuğa çıkarmayı hedeflerdi Siyaz atmosferinde. İnsana dair bilinen insan olma halleriyle gözün, karnın, kulağın doyduğu "Yaşama Sanatı", "Damak Enstalasyonu," "Damak Erotizmi" gibi söylemler, soru işaretleriyle dolu cevap anahtarsız testler gibiydi o vakitler. Zordu tabi, zordu ilk olmak. Bütün ilkler gibi aşılması hazmedilmesi zaman istedi. Göreceli zaman kavramına takılan sınırlı belleklerle uçabilmek ne denli güçtür oysa.
Ağırlıklardan kurtulmalı da, nasıl?
Uçmak cesaret ve sabır ister, egolarımızla yüzleşmek ister. Siyaz Hanım uçtu, egoları ağır geldi denize düştü. Önce aşık sonra "Aşçı Fok" oldu. Her insanın "insan" olamayacağı gibi her isteyenin "fok" ve "aşçı" olamayacağı da gün gibi aşikar oldu!
Atalarımın bir sözü vardır: "aç tavuk kendini darı ambarında görürmüş" aynen öyle. Ben kim, aşçılık kim! Et yemeyen, sakatat ve bilumum yürüyen mahlukatı katledip tadına bakamayan birinden aşçı, hele de gurme filan olur mu? Mazallah olmaz! Velhasıl, sebze, meyve ve otla beslenen Aşçı Fok'tan aşçı da olmaz!
İyisi mi, siz benim yazdıklarımı okusanız da tariflerimi uygulamayın.
Gönül hoşluğunuz ve yaşam lezzetiniz bol olsun.
Teşekkür İnsan, yaşamındaki tüm güzellikler için öyle çok şeye teşekkür etmek istiyor ki, sıralamaya kalkınca hepsi birden hücum ediyor sözcüklere.
En başta özvarlığımı bir arada tutan sonsuzluğun gücüne şükran duygularımı ifade etmeliyim. Sonra da, yaşamıma değen bana ilham veren herkese...
Ve elbette Aşçı Fok site tasarımını gerçekleştiren can yoldaşım Turgay Tezgin'e, sponsorlarım Esin ve Orhan Çakır'a, Aşçı Fok logo ve çizimleri için Altan Üren'e, Gülce Çakır'a, hukuki konulardaki desteği için Av. Zeynep Tezgin'e çok teşekkür ediyorum.
Alıp vermenin onurlandırdığı paylaşımların yüce güzelliğiyle, sevgiyle...
Aşçı Fok
Nurdan ÇAKIR TEZGİN
İnsan; bütün duyula..." />
İnsan; bütün duyula... ">
Her zaman bir yazıp, pir yazan..bir yapıp pir yapan
Sevgili Nurdan Hanım,
Sizi Foça''''dan kaybetmekten üzüntü duyuyorum..ancak her yazınızı okurken, sanki yepyeni bir dünya keşfediyorum, ara ara yaptıklarınızı, pişirdiklerinizi öğrendikçe hayret ediyor, sizi tanımış olmaktan da mutluluk duyuyorum.
Uzaktasınız ama, iyi ki varsınız...
Sevgiler
Yorum yazan : muhterem sirkeci
Tarih : 23.1.2012
hepimiz evimizin ahçısıyız ama anlatmak tarif vermek hiç kolay değil aynı yazmak gibi... bol bol konuşuyoruz ama yazamıyoruz....pişiriyoruz amalezzet konusunu yedirdiklerimizden almak lazım..Bir gün sizinle bir sofrada buluşmayı çok istiyorum....Güzel yazılarınız yemeklerdende lezzetli...ellerinize zihninize sağlık....
Yorum yazan : muammer tekin
Tarih : 27.2.2011
doğa aşığı birilerinin yazdıklarını okumak zevk veriyor
Yorum yazan : yüksek ökçe
Tarih : 29.1.2010
Saat gecenin 2:43''ü ve ben daldım, çıkamıyorum sitenizden:)
Bu kadar mı tatlı dilli anlatılır herşey..
Kovsanız da gitmem artık, geç keşfettiğim için özür diliyorum..