Can Baba, Adem Baba
Severdi Datçalı onu, niçin sevdiğini bilmeden korur kollardı. "Üstelik kızdırırdı da köylüyü çoğu zaman" diyor yaşı geçkin Halil Kaptan ve devam ediyor; saçı sakalına karışan bir Adem Babaydı o, ne zaman ne yapacağı belli olmazdı, bir bakardık pür neşe, bir bakardık küfür edip durur dine imana! Nağme gibi bir şeyler yazarmış kağıtlara, yazamadığı vakit saldırırmış sağa sola... Mahpus yatmışlığı da varmış şu komünizmin revaçta olduğu yetmişli yıllarda. Haa, babası da önemli bir adammış mebus mu ne, bak Allah’ın işine mebustan mahpus! Hele ki o vakitler, hadi şimdi normal sayılıyor alıştık belki.
Süt, yoğurt, taze yumurta isterdi ahaliden, bazen de taze incir ve payem (badem). Gönülden verirdi mahallenin kızları elinde eteğinde ne varsa, erkeklerimiz biraz daha temkinli yaklaşırdı Can Baba’ya, pek sürtüşmek istemezlerdi bu şehir kaçkını yaşlı adamla...
O malum günden sonra adı Adem Baba kaldıydı! Sokak başındaki evin kızı, günlük taze yoğurt çanağını götürüvermek gafletinde bulunmuş geçmiş zaman. Can Baba’nın Eski Datça’ya ilk geldiği yıllardı, kapıyı çalan kız şaşkınlıkla düşürüvermiş koskoca yoğurt çanağını ayaklarının dibine ve kaçarcasına uzaklaşmış bu Adem Baba kılıklı adamın kapısından! Adam çırılçıplak cüssesiyle saç sakal darmaduman açıvermiş kapıyı, kafasında kim bilir hangi dize...
Devam ediyor Halil Kaptan; Ben görenlerin yalancısıyım evinde çıplak gezermiş rahmetli, tıpkı Adem Baba gibi. Sağlığında demiş ki “Datça’ya hastayım, mezarımı götürmeyin hiçbir yere.” Henüz kendi hastalanmadan hasta olmuştu Datça’ya... Sağlığında pek kimse gelmezdi yanına, ölünce bir sürü şehirli üşüştü! Nereden geldiğini bilmediğimiz, acayip kılıklı saçı sakalı onunkine benzeyen züppeler... Biz mahalleli, kendi aklımızca hazırlık yaptıydık ölüm haberi gelince hastaneden. Cami hocası dahil, kefin - defin töreni bekliyoruz. Ne gezer, biz seyirci kaldık olup bitene. Ete üşüşen sinekler gibiydi yabancılar, ellerinde kitaplar, durmadan karıştırdıkları beyaz kağıtlar, içki şişeleri şakır şukur.
Ne zaman ve nasıl yapıldığını bilmediğimiz mezar mermeri ve asıl acayibi, mezar taşı niyetine bir şarap şişesi dikiverdiler başına! Yanlarında getirdikleri şarap şişelerini birer birer açtılar ve yüksek sesle şarkılar söylemeye başladılar mezarlıkta! Hiç alışık olmadığımız bu töreni, bir kenardan ağzımız açık izledik sessizce, ruhuna fatiha gönderenlerimiz de oldu elbet...
Şehirli kalabalık hemen terk etmedi Datça’yı, Belediye ile ne konuştular neyi nasıl hallettiler bilinmez “Can Şenliği” diye bir bayramımız oldu artık. 4 Yıldan bu yana her Ağustos ayında kutlar olduk. Ne yalan söyleyeyim iyi de oldu, turizmimize katkısı büyük, Can Baba’nın ismiyle anılan sokağımız ve rahmetlinin evi hiç ziyaretsiz kalmıyor. Geçenlerde kahvede konuşuluyordu duydum, galiba müze gibi bir yer yapmışlar bizim Adem Baba’ya. Allah yerinde dinlendirsin ne diyeyim!
Süt, yoğurt, taze yumurta isterdi ahaliden, bazen de taze incir ve payem (badem). Gönülden verirdi mahallenin kızları elinde eteğinde ne varsa, erkeklerimiz biraz daha temkinli yaklaşırdı Can Baba’ya, pek sürtüşmek istemezlerdi bu şehir kaçkını yaşlı adamla...
O malum günden sonra adı Adem Baba kaldıydı! Sokak başındaki evin kızı, günlük taze yoğurt çanağını götürüvermek gafletinde bulunmuş geçmiş zaman. Can Baba’nın Eski Datça’ya ilk geldiği yıllardı, kapıyı çalan kız şaşkınlıkla düşürüvermiş koskoca yoğurt çanağını ayaklarının dibine ve kaçarcasına uzaklaşmış bu Adem Baba kılıklı adamın kapısından! Adam çırılçıplak cüssesiyle saç sakal darmaduman açıvermiş kapıyı, kafasında kim bilir hangi dize...
Devam ediyor Halil Kaptan; Ben görenlerin yalancısıyım evinde çıplak gezermiş rahmetli, tıpkı Adem Baba gibi. Sağlığında demiş ki “Datça’ya hastayım, mezarımı götürmeyin hiçbir yere.” Henüz kendi hastalanmadan hasta olmuştu Datça’ya... Sağlığında pek kimse gelmezdi yanına, ölünce bir sürü şehirli üşüştü! Nereden geldiğini bilmediğimiz, acayip kılıklı saçı sakalı onunkine benzeyen züppeler... Biz mahalleli, kendi aklımızca hazırlık yaptıydık ölüm haberi gelince hastaneden. Cami hocası dahil, kefin - defin töreni bekliyoruz. Ne gezer, biz seyirci kaldık olup bitene. Ete üşüşen sinekler gibiydi yabancılar, ellerinde kitaplar, durmadan karıştırdıkları beyaz kağıtlar, içki şişeleri şakır şukur.
Ne zaman ve nasıl yapıldığını bilmediğimiz mezar mermeri ve asıl acayibi, mezar taşı niyetine bir şarap şişesi dikiverdiler başına! Yanlarında getirdikleri şarap şişelerini birer birer açtılar ve yüksek sesle şarkılar söylemeye başladılar mezarlıkta! Hiç alışık olmadığımız bu töreni, bir kenardan ağzımız açık izledik sessizce, ruhuna fatiha gönderenlerimiz de oldu elbet...
Şehirli kalabalık hemen terk etmedi Datça’yı, Belediye ile ne konuştular neyi nasıl hallettiler bilinmez “Can Şenliği” diye bir bayramımız oldu artık. 4 Yıldan bu yana her Ağustos ayında kutlar olduk. Ne yalan söyleyeyim iyi de oldu, turizmimize katkısı büyük, Can Baba’nın ismiyle anılan sokağımız ve rahmetlinin evi hiç ziyaretsiz kalmıyor. Geçenlerde kahvede konuşuluyordu duydum, galiba müze gibi bir yer yapmışlar bizim Adem Baba’ya. Allah yerinde dinlendirsin ne diyeyim!
Vasiyet Beni kuzum Datça’ya gömün Geçin Ankara’yı İstanbul’u! Oralar ağzına kadar dolu Alabildiğine de pahalı, Örneğin Zincirlikuyu’da Bir mezar 750 milyona Burası nispeten ucuzluk Ortada kalma tehlikesi de yok Hayır dua da istemez, Dediğim gibi beni Datça’ya gömün Şu deniz gören mezarlığın orda, Gömü sanıp deşerlerse karışmam ama! Can YÜCEL |
Aşçı Fok
Nurdan ÇAKIR TEZGİN