Asci Fok
Gerçeklik sanrısı | Aşçı Fok

Gerçeklik sanrısı

Gerçeklik sanrısı

Benim annem pek hoştur. Yaş aldıkça tuhaflıkları da arttı.

Evin içindeki salon bitkilerinin toprağını permakültür alanı gibi kullanır oldu. Mesela koskoca devetabanının saksısına meyve sebze kabuklarını gübre olsun diye gömdüğünden evini meyve sinekleri sardı.

Difenbahyasının dibine fasulye, bamya tohumları gömüp çimlendirir, soğan sarımsak yumrularını kauçuk saksısına diker. Neymiş, bahçeye çıkmadan evdeki saksıdan taze soğan koparıp yiyecekmiş!

Kurban bayramında etli kemikleri de salon saksılarına gömdüğü de vakidir ki yaz ortasında evi saran kokunun kaynağını bulmak için etrafındakilere epey bir ter döktürmüştür. Aman sağlığı iyi olsun yaşasın da, bana nice güncel öyküler yazdırsın!
Daldan dala atlamak gibi olmazsa, yaşanmış gerçek öyküler giderek beni esir alır oldu. Uzun ve kurmaca öykülere olan inanç ve ilgimi yitirdim. Bazen elime aldığım bir öykü kitabını bitirmeye tahammül bile edemiyorum. Kitaplara tapınan bir ruhun kitap içlerindeki kurmacalara tahammülsüzlüğünü anlamak zor, şaşırıyorum ve bazen kendimi paylıyorum.

İlk gençliğimde çabuk bittiği için öyküler çerez, romanlar ise tepsi dolusu börek gibi lezzetliydi, bitmesini istemediğim heyecanlı okumalardı. Okuma zevklerimizin de değişmiş olmasının, ilerleyen yaş deneyimleriyle ve zamanın giderek kısalmasıyla ilgisi var bu kesin.

2019 Ocak ayı Milliyet Sanat Dergisi’ndeki bir yazı üzerine dün geceden beri düşünüyorum. Norveçli yazar Karl Ove Knausgaard’ın “Kavgam” serisi üzerine Neslihan Önderoğlu ilginç bir yazı hazırlamış. Knausgaard’ın otobiyografik romanları üzerine tarafsız bir yazı bu... “Biri bizi gözetliyor” kıvamındaki insana dair merakın tüm boyutlardaki soru işaretleri düşündürücü tabi. Kişisel mahremiyetin aile başta olmak üzere, yakın ilişkideki insanlar üzerindeki etkisiyle etik değerler bağlamındaki sorgulaması derin konu.

Önderoğlu’ndan kısa bir kesit şöyle; “Bence bu tür kitapların bu kadar çok satılıp okunmasının nedeni okurdaki ‘biri bizi gözetliyor’ saplantısı. Gerçekten de sanki mekâna kamera yerleştirilmiş gibi anlatıyor Knausgaard. Yazarın anlattığı şeyin gerçek hayatta yaşanmış olduğunu bilmek bu duyguyu tetikliyor. Oysa kurmaca bir metinle de aynı şeyler pekâlâ anlatılabilirdi. Ama bu kadar ses getirip satar mıydı, orası meçhul. Arkadaşları, evlerine gelen misafirler ve görüştükleri insanlar hakkında karısıyla konuştukları ve kendi düşünceleri, babaannesinin kanepesindeki dışkı lekeleri, babasının son yıllarında içine düştüğü sefalet, pislik ve alkolizm, evliliklerine ait kavga ve tartışmalar, gençliğindeki beceriksiz cinsel deneyimler, ikinci eşinin bipolar bozukluk ile mücadelesi gibi pek çok mahrem ayrıntı yer alıyor romanda.”

Aslında Neslihan Önderoğlu’nun yazısının tamamını okumanızı salık veririm. Ben buraya sadece belirli bir yanını öne çıkararak ele aldım. Gerçek ve hayal ürünü arasındaki fark idi beni ilgilendiren; Yoksa gerçeklik sanrısına kapılıp gerçek üstü dediğimiz hayal alemlerimizin derinliklerine dalıp da çıkamamak hep olası. Güncel hayatımın bana göre ilginç, sade ve çıplak yanlarını yazmaktan keyif alırken, ilgi alanımdaki diğerlerinin de şaşırtan gerçekliğini merak ettiğim oluyor tabi.

Her gün öğrenmeye devam ettiğimize göre merak etmemiz de gayet doğal. Kendi annemin bile beni her seferinde yeniden şaşırtmasına hayret ediyor olmam, sorgu ve merak dürtümün sürekli kamçılanması demek oluyor. Hayat işte.

4 Ocak 2019 Cuma

5520 okunma

Aşçı Fok
Nurdan ÇAKIR TEZGİN



Son Yazılarım