Nahide Hanım tekerlekli pazar arabasını kapının önüne bırakıp şöyle bir gökyüzüne bakarken bir taraftan da evinin kapısını kilitlemeye çalışıyordu. Anahtarını cüzdanının ön gözüne yerleştirirken aceleyle ceplerini yokluyordu ki cüzdanını ve cep telefonunu unutmasın. Martıların şenlikli çığlıkları yine yeri göğü çınlatıyor bu sabah. Sanki bütün martılar “herkes pazara herkes pazara, haydi oyalanmayın her şeyin tazesi sabah erken tezgâhta” diye haykırıyormuş gibi geliyor Nahide Hanıma. Her zamanki gibi söyleniyor martılara “nereden anlarsınız pazarın kurulduğunu bilmem ki” diyerek yavaştan pazarın yolunu tutuyor. Taş evlerin serin gölgesini siper edip arka yoldan gitmek varken, ille de sahilden gidecek, ne var bu denizin maviliğinde ki herkes yönünü denizden yana çevirir bilmem!
Kasabanın ruhu denizden üflendiğinden eşikteki beşikteki kim varsa hepsi o kokunun esiridir burada. Sahil kasabalarında gündelik yaşamın ritmi denizden gelen sinyallerle şekillenir. Martılarla karabataklar hangi tünekte toplanırlarsa rüzgâr kuzeyden güneye nasıl esecektir. Deniz kırlangıçları alçaktan mı uçuyorlar, acaba karayel mi esecek yoksa poyraz ya da imbat mı? Kasabanın yerlisi daha çocukluktan bütün bunları ezbere bilir, havanın gidişatını denizin renginden çıkarır. Kasabaya sonradan gelip yerleşmiş dışarlıklı sakinleri de balıkçı muhabbetlerini dinleyerek öğrenirler deniz ve havanın ruhundaki oynaşmaları.
Sahildeki balıkçı kahveleri erkenden yükünü tutmuş bu sabah, balıkçıdan ziyade pazara gidenlerin çoktan dinlenme ve buluşma noktası olmuş. Sabah çayları boyoz ve çıtır gevrekler eşliğinde hafif kahvaltılarla geçiştirilir çünkü bugün kasabanın pazarı en kutsal gündür. Kahvaltıyı fazla uzatmaya gelmez maazallah pazarın en taze otları sebzeleri seçiliverir aman ha!
Pazar yerine yaklaştıkça Nahide Hanımın telaşı evlere şenlik; Yumurtacısı, peynirci ve yeşillikçisi onu bekler. Tezgâh altına çoktan ayrılmış olan en taze acı ve tatlı filizler, karahindiba ve şevketi bostanlar en lezzetli nasıl pişirilecekse önce iştah belleğinde ön elemeden geçer. Dönüşte yarım kilo da kuzu kuşbaşı alayım der Nahide Hanım, şevketi bostan illa ki kuzu etiyle pişecek ki yakışığı yerinde olsun. Ay azıcık da arapsaçı katsam içine derken taze yumurtaları acı filiz sarmaşığıyla kavuracağı düşer aklına. Çıt çıt kırılıp taze soğan ve sarımsak yaprağı ile hafifçe kavrulacak iki yumurta kırılıp bol kara biberlenerek afiyetle yenecek.
Yok öyle pazarı çabucak gezip işini bitirmek! Her köşede soluklanılacak, bir haftalık kasaba dedikoduları ahbaplarla fiskos edilecek, hastalara bakmayan evlatlarla, evlenecek ya da boşanacaklar bir güzel çekiştirilecek. Pazar yerine yakın oturanların ayağı pazardan hiç eksilmez zaten, bir demet maydanoz için tekrar tekrar çıkmaktan bıkmaz kimse. Uzakça oturanlar sabah yiyecekler için çıktılarsa öğleden sonra da üst baş ve gönül gezdirmek için turlarlar pazarı. Kadınlar kocalarını öte dünyaya göndermedilerse eğer pazara çıkarken yanlarında istemezler pek. Yükleri ağır da olsa kendileri taşımanın bir yolunu bulurlar. Tekerlekli pazar arabalarını icat edenlerden Allah razı olsun demeyen kadın yoktur. Şimdilerde bir de walker denilen yürüteçler çıktı, yaşlılar ve yürümekte problemi olanlar bu aleti kullanıyorlar artık. Kadınlar kaç yaşında olursa olsunlar illa ki pazara gidecekler, çoğu birkaç adım yürüyor azıcık da dönüp yürütecin oturak yerine ilişiyor, selesine ve tutma yerlerine de pazar zembillerini asıyorlar.
Daha genç olanlar bisiklet kullanıyor, iki tekerin yanı sıra üç tekerlekli bisikletlerin de bini bi para. Bisiklet selesinden taşan sebzelerin alı moru, yemyeşil püskülleri pazar dönüşü kasaba meydanından geçen kadınların resmigeçidi sanki...
“Hatice Hanım gel birer kahve içelim, bak güllü lokum da aldım pazardan” seslenişleri tüm sokağı kahveye davet etmenin rahatlığı içinde sürer gider.
Nahide Hanım tekerlekli pazar arabasını kapının önüne bırakıp şöyle bir gökyüzüne bakarken bir taraftan da evinin kapısını kilitlemeye çalışıyordu. Anahtarını cüzdanının ön gözüne yerleştirirken aceleyle ceplerini yokluyordu ki cüzdanını ve cep telefonunu unutmasın. Martıların şenlikli çığlıkları yine yeri göğü çınlatıyor bu sabah. Sanki bütün martılar “herkes pazara herkes pazara, haydi oyalanmayın her şeyin tazesi sabah erken tezgâhta” diye haykırıyormuş gibi geliyor Nahide Hanıma. Her zamanki gibi söyleniyor martılara “nereden anlarsınız pazarın kurulduğunu bilmem ki” diyerek yavaştan pazarın yolunu tutuyor. Taş evlerin serin gölgesini siper edip arka yoldan gitmek varken, ille de sahilden gidecek, ne var bu denizin maviliğinde ki herkes yönünü denizden yana çevirir bilmem!
Kasabanın ruhu denizden üflendiğinden eşikteki beşikteki kim varsa hepsi o kokunun esiridir burada. Sahil kasabalarında gündelik yaşamın ritmi denizden gelen sinyallerle şekillenir. Martılarla karabataklar hangi tünekte toplanırlarsa rüzgâr kuzeyden güneye nasıl esecektir. Deniz kırlangıçları alçaktan mı uçuyorlar, acaba karayel mi esecek yoksa poyraz ya da imbat mı? Kasabanın yerlisi daha çocukluktan bütün bunları ezbere bilir, havanın gidişatını denizin renginden çıkarır. Kasabaya sonradan gelip yerleşmiş dışarlıklı sakinleri de balıkçı muhabbetlerini dinleyerek öğrenirler deniz ve havanın ruhundaki oynaşmaları.
Sahildeki balıkçı kahveleri erkenden yükünü tutmuş bu sabah, balıkçıdan ziyade pazara gidenlerin çoktan dinlenme ve buluşma noktası olmuş. Sabah çayları boyoz ve çıtır gevrekler eşliğinde hafif kahvaltılarla geçiştirilir çünkü bugün kasabanın pazarı en kutsal gündür. Kahvaltıyı fazla uzatmaya gelmez maazallah pazarın en taze otları sebzeleri seçiliverir aman ha!
Pazar yerine yaklaştıkça Nahide Hanımın telaşı evlere şenlik; Yumurtacısı, peynirci ve yeşillikçisi onu bekler. Tezgâh altına çoktan ayrılmış olan en taze acı ve tatlı filizler, karahindiba ve şevketi bostanlar en lezzetli nasıl pişirilecekse önce iştah belleğinde ön elemeden geçer. Dönüşte yarım kilo da kuzu kuşbaşı alayım der Nahide Hanım, şevketi bostan illa ki kuzu etiyle pişecek ki yakışığı yerinde olsun. Ay azıcık da arapsaçı katsam içine derken taze yumurtaları acı filiz sarmaşığıyla kavuracağı düşer aklına. Çıt çıt kırılıp taze soğan ve sarımsak yaprağı ile hafifçe kavrulacak iki yumurta kırılıp bol kara biberlenerek afiyetle yenecek.
Yok öyle pazarı çabucak gezip işini bitirmek! Her köşede soluklanılacak, bir haftalık kasaba dedikoduları ahbaplarla fiskos edilecek, hastalara bakmayan evlatlarla, evlenecek ya da boşanacaklar bir güzel çekiştirilecek. Pazar yerine yakın oturanların ayağı pazardan hiç eksilmez zaten, bir demet maydanoz için tekrar tekrar çıkmaktan bıkmaz kimse. Uzakça oturanlar sabah yiyecekler için çıktılarsa öğleden sonra da üst baş ve gönül gezdirmek için turlarlar pazarı. Kadınlar kocalarını öte dünyaya göndermedilerse eğer pazara çıkarken yanlarında istemezler pek. Yükleri ağır da olsa kendileri taşımanın bir yolunu bulurlar. Tekerlekli pazar arabalarını icat edenlerden Allah razı olsun demeyen kadın yoktur. Şimdilerde bir de walker denilen yürüteçler çıktı, yaşlılar ve yürümekte problemi olanlar bu aleti kullanıyorlar artık. Kadınlar kaç yaşında olursa olsunlar illa ki pazara gidecekler, çoğu birkaç adım yürüyor azıcık da dönüp yürütecin oturak yerine ilişiyor, selesine ve tutma yerlerine de pazar zembillerini asıyorlar.
Daha genç olanlar bisiklet kullanıyor, iki tekerin yanı sıra üç tekerlekli bisikletlerin de bini bi para. Bisiklet selesinden taşan sebzelerin alı moru, yemyeşil püskülleri pazar dönüşü kasaba meydanından geçen kadınların resmigeçidi sanki...
“Hatice Hanım gel birer kahve içelim, bak güllü lokum da aldım pazardan” seslenişleri tüm sokağı kahveye davet etmenin rahatlığı içinde sürer gider.