Asci Fok
Baklava sancısı! | Aşçı Fok

Baklava sancısı!

Baklava sancısı!

“Onbir bardak tozşekere yedi bardak su iyi gelir”

Yaparken, hiçbir şey kaçırmadan iyice seyredeceksin. Anlattırmayacaksın! Yakın takipteyken iş üstünde soracaksın nasılını niçinini.

“Onbir bardak tozşekere yedi bardak su iyi gelir” diyor. Diyor da, inceliklerini anlatmıyor, onları da gözleyerek öğreneceksin! Bir tepsi kuru baklava günlerdir öylece duruyor. Sancısı tuttuğu gecenin gündüzünde yapmışlar kızkardeşiyle. Baklavanın yanı sıra daha pek çok hamurişi ve pişirilmeye fırsat bulunamamış yemeklik otlar, ayıklanmış sebzeler, dikilmek üzere suya ıslanmış fideler, ıslak beze sarılmış fasulye kabak tohumları, orta masadaki vazoda bahçeden koparılmış eflatun leylak çiçekleri, içi geçmiş sümbül kuruları, daha neler neler…

Bu defa annem yaptı sürprizini. Safra kesesi taşı oynamış. Bir sancı bir sancı ki, soluksuz kalınıp ameliyatla noktalanan bir süreç… Apar topar koşarak geldik. Malûm yoğun bakım ritüeli içinde ilk 24 saat göremedik, ben de evini gözlemledim sessizce; Diyorum ya her şey olduğu gibi bırakılmış, yaşamla dopdolu. Aceleyle çıkarılıp değiştirilmiş giysiler, oraya buraya saçılmış gündelik yaşam işaretleri ve tıka basa yiyecek dolu bir buzdolabı! Yiyeceklerin pek çoğu dışarılara taşmış, ılınması için dışarıda bırakılan meyveler, ayıklanıp doğranmış ot ve sebzeler, katlanmak üzere çamaşırlıkta bekleyen yumuşatıcı kokan temiz çamaşırlar, sehpanın üzerinde tıka basa lokumla doldurulmuş kapaklı şekerlik, kurumasın diye beyaz kâğıtlara sarılmış yufka böreği kıvamındaki otlu gözlemeler ve işin tuhafı bir koca tepsi kızarmış ama, şerbeti dökülmemiş baklava!

Bayram ve seyran olmadığına göre baklava neyin nesi? Üstelik ikisinin de şekeri var! Şu yaşlıları anlayabilen beri gelsin. Babam ki, avuçla şeker yiyenlerden…

Hastaneden eve geldik. Yarım bıraktığı yaşam dürtülerini yokluyor bir bir! Çiçekleriyle konuşuyor birer fasıl. Gündelik her şeye aceleyle saldıracak kadar hayata asılan bir tutum içinde. Yetmiş beş yaş sevinci diyebilir miyiz buna? Kaçan bir şeyler var, ama ne?

Dört dönüyorum etrafında ki yatsın, yorulmasın diye. Mümkün değil, illâ ki kendi gözüyle tartacak her şeyi. Karnını tutarak bastonuyla geliyor yavaşça, kafası ocağa düştü düşecek; ne pişiriyorum? “Merak” deyince durmak gerek! Pirinçli bağla otu kavuruyorum, diğer tencerede de sultani bezelye var, tarhana çorbası, tavuk budu ve pilav faslı derken hızımızı alamıyoruz gırtlaktan yana… Gelenlerin eli kolu dolu, mutfaktan taşanlar balkonlara doğru tepsiler içinde. Bereket gani. Tereyağlı, koyun kıymalı köfteler mantılar hayâl ediyor. Gülüyorum; Şeytan azapta gerek, ot ve sebzeden gayrisi insafıma kalmış!

Beşinci günün sonunda, sakız gibi beyaz dantelli patiska çarşafına dolanıp kalkmaya çalışarak “baklavayı haşlayalım artık” diyor; hadi ravağı kaynatalım”. Şerbet şurup faslına ravak demeyi seviyor annem.

Kocaman bir tencereye göz kararını elden bırakmayan ölçüyle şeker ve su koyuyoruz. Altını kıstığım tencerenin ateşini beğenmiyor, gelip bizzat alevlendiriyor; harlı ateşte kaynayacakmış ravak! Hah tam kaynadı derken, yarım limon kes sıkalım diyor ama önce kızgın şerbeti başparmağının tırnağına damlatıyor. Kendince ayarlama peşinde. “Tırnak üstünden anlarım ben” diyor. İyi, ne diyelim, öyle olsun. Sonrasında, meşhur baklava tepsisinin üzerindeki örtüyü çekip alıyoruz, kaynayan ravağın bana göre şurubun tam yarısını kepçe ile kuru baklavaların üzerinde gezdiriyoruz. Diğer yarısını yine ateşin üzerine koyduruyor bir on dakika daha kaynatmamı istiyor! Bu faslı bilmiyordum. Neyse kalan ravak da baklavanın üzerine boca edilip, bir başka tepsi ile kapatılıp çekmeye bırakılıyor. Sen sağ ben selâmet.

Az önce baktığımda, tepsinin kenar kısmında iki çentik baklava dilimi eksikti! Ameliyata gitmeden önce canı baklava istemiş, aklı kalmış besbelli! Şifa olsun, yarasın anacığım.

10 Nisan 2013 Çarşamba

7835 okunma

Aşçı Fok
Nurdan ÇAKIR TEZGİN



Son Yazılarım