Anaç Hindistan'ın Dişi Kadınları

Bu kadar mı olur iki gözüm! O ne ahenk, o ne salınım... Renklerin fıkırdadığı, işvenin şakıdığı, dilberlerin alı yeşiliyle buram buram ''ben kadınım'' dediği güzel varlıkların ülkesi Hindistan...
Kadın olmak, afet-i devran olmak ne güzel şeymiş! Kırmızı ve turuncu renkler bu kadar özgürce nerede buharlaşır bir dişinin teninde? Hele o pembenin içe baygınlık veren duyumsamadan görebildiğin şekerimsi tadı.
Sokakların tozuna toprağına inat, eteklerinde bir dizi yaldızlı nakış ve süt beyazı ipek şalvar-ı kamizlerinin son kenar kıvrımına denk gelen altın ya da gümüş halhallar... O esmer ayakların baş ve orta parmaklarını süsleyen ayak yüzükleri renkli taşlı çeşit çeşit, ojeli ya da kınalı ayak parmaklarının her biri ayrı nakışlı kara kınalı. Ayak fetişistleri görmesin, "Ayak Turizmi" yapmaya kalkarlar Allah sakına.
Renkler bir kadını bu kadar anlatabilir, renkler bir dişiyi bu denli doğurgan kılabilir...
Neydi kuzum o İran'ın simsiyah kepenkli hücre mahkumu kadınları, kısaca siyaha esir çadır mahkumları!
Gözüm gönlüm açıldı bu anaç dişiler diyarında... Kadın, kadın olmanın tüm coşkusuyla soluk alıyor baharat anada. Sarilerin renk cümbüşü içinde kıvrılan kumaşlarıyla, tenlerini buhur tütsülerin efsunladığı kadınlar.
Bu kadar yakışır bir kadının eline tütsüdanlık, sabahın erkeninde dükkanını açan kocasına, oğluna bereket dileyen kadınlar, kutsal dualarla ve her kapı girişine yakılarak yerleştirilen tütsüler... Sanki, kendi tenlerini ateşe vermişçesine derin bir doyumla kutsadıkları bereket tanrıları. Yaktıkları tütsüleri havalara kaldırdıkça şıngır şıngır sesleriyle, melodileşen bilezikli kadın bilekleri.
Dişi Hindistan'ın dişi bereket tanrıçaları...
Mücevher bu kadar mı yakışır bir varlığa. Çiçeklerle dizi dizi mücevherleşen gövdeler ve metal, şeffaf taşları çiçeğe dönüştüren iri siyah gözlü dilberler... En kaba saba gibi görüneninden en nazeninine kadar her dişi ruhu süsleyip bezeyen, hiç de abartılı durmayan kına nakışlı dövmeler, hızmalar ve üçüncü gözün uyanmışlığı iki kaşın ortası bindiler. (Bindi=üçüncü göz mücevheri)
Fakirlik ve zenginliğin (kast sisteminin) duraksayıp şaşkınlığa uğradığı süslenme sanatının vazgeçilmezi kadınlar...
Ve kadına hakettiği güzelliği fazlasıyla hissettiren, Baharat ananın erkekleri... Erkekleri doğuran o bereketli topraklar, yeşiliyle, zümrütüyle, parfümündeki esrarıyla dişi sakız çiçeği kadınlar. lotus çiçeğinin özündeki bal damlacıklarıyla beslenen gül yüzlü kadınlar...
Fransız parfümüne sıvanmış batılının metalimsi rüzgarına hiç benzemeyen, baharat kokulu kadınlar bunlar... Baharatın iştah açan tadıyla doyuran ve doğuran kadınlar, ahh kadınlar güzel kadınlar... Güzel olmaktan başka seçeneği işaretlemeyen özel varlıklar!
Renklerin dansettiği bir ülkede duraksadım günlerce, sağıma soluma bakındım, göremediğim sırrı aradım sessizce. Kulağıma fısıldaşmalar geliyor usulca, sesler yakınlaştıkça uzatılan bir dizi renk boynuma! Henüz ergenleşmemiş kızların ellerinde, sakız çiçekleriyle misk kokulu güllerden bir kolye boynuma! Ne olduğunu anlamaya fırsat bulamadan ''Namaste'' mırıltılarıyla omuzlarıma kokulu çiçeklerden bir kolye daha...
Bir kadın, bir başka kadını kıskanırdı benim yaşadığım yerlerde! Buralarda, o kıskanmak denen şey kutsal ittifaka bürünmüş sanki.
Kadın, kadının tanrısallığını kutsadıkça, erkek de tapıyor o herkesin kutsadığına!
2 Nisan 2004 Amerfort - JAIPUR
Yolculuk: 10
Kadın olmak, afet-i devran olmak ne güzel şeymiş! Kırmızı ve turuncu renkler bu kadar özgürce nerede buharlaşır bir dişinin teninde? Hele o pembenin içe baygınlık veren duyumsamadan görebildiğin şekerimsi tadı.
Sokakların tozuna toprağına inat, eteklerinde bir dizi yaldızlı nakış ve süt beyazı ipek şalvar-ı kamizlerinin son kenar kıvrımına denk gelen altın ya da gümüş halhallar... O esmer ayakların baş ve orta parmaklarını süsleyen ayak yüzükleri renkli taşlı çeşit çeşit, ojeli ya da kınalı ayak parmaklarının her biri ayrı nakışlı kara kınalı. Ayak fetişistleri görmesin, "Ayak Turizmi" yapmaya kalkarlar Allah sakına.
Renkler bir kadını bu kadar anlatabilir, renkler bir dişiyi bu denli doğurgan kılabilir...
Neydi kuzum o İran'ın simsiyah kepenkli hücre mahkumu kadınları, kısaca siyaha esir çadır mahkumları!
Gözüm gönlüm açıldı bu anaç dişiler diyarında... Kadın, kadın olmanın tüm coşkusuyla soluk alıyor baharat anada. Sarilerin renk cümbüşü içinde kıvrılan kumaşlarıyla, tenlerini buhur tütsülerin efsunladığı kadınlar.
Bu kadar yakışır bir kadının eline tütsüdanlık, sabahın erkeninde dükkanını açan kocasına, oğluna bereket dileyen kadınlar, kutsal dualarla ve her kapı girişine yakılarak yerleştirilen tütsüler... Sanki, kendi tenlerini ateşe vermişçesine derin bir doyumla kutsadıkları bereket tanrıları. Yaktıkları tütsüleri havalara kaldırdıkça şıngır şıngır sesleriyle, melodileşen bilezikli kadın bilekleri.
Dişi Hindistan'ın dişi bereket tanrıçaları...
Mücevher bu kadar mı yakışır bir varlığa. Çiçeklerle dizi dizi mücevherleşen gövdeler ve metal, şeffaf taşları çiçeğe dönüştüren iri siyah gözlü dilberler... En kaba saba gibi görüneninden en nazeninine kadar her dişi ruhu süsleyip bezeyen, hiç de abartılı durmayan kına nakışlı dövmeler, hızmalar ve üçüncü gözün uyanmışlığı iki kaşın ortası bindiler. (Bindi=üçüncü göz mücevheri)
Fakirlik ve zenginliğin (kast sisteminin) duraksayıp şaşkınlığa uğradığı süslenme sanatının vazgeçilmezi kadınlar...
Ve kadına hakettiği güzelliği fazlasıyla hissettiren, Baharat ananın erkekleri... Erkekleri doğuran o bereketli topraklar, yeşiliyle, zümrütüyle, parfümündeki esrarıyla dişi sakız çiçeği kadınlar. lotus çiçeğinin özündeki bal damlacıklarıyla beslenen gül yüzlü kadınlar...
Fransız parfümüne sıvanmış batılının metalimsi rüzgarına hiç benzemeyen, baharat kokulu kadınlar bunlar... Baharatın iştah açan tadıyla doyuran ve doğuran kadınlar, ahh kadınlar güzel kadınlar... Güzel olmaktan başka seçeneği işaretlemeyen özel varlıklar!
Renklerin dansettiği bir ülkede duraksadım günlerce, sağıma soluma bakındım, göremediğim sırrı aradım sessizce. Kulağıma fısıldaşmalar geliyor usulca, sesler yakınlaştıkça uzatılan bir dizi renk boynuma! Henüz ergenleşmemiş kızların ellerinde, sakız çiçekleriyle misk kokulu güllerden bir kolye boynuma! Ne olduğunu anlamaya fırsat bulamadan ''Namaste'' mırıltılarıyla omuzlarıma kokulu çiçeklerden bir kolye daha...
Bir kadın, bir başka kadını kıskanırdı benim yaşadığım yerlerde! Buralarda, o kıskanmak denen şey kutsal ittifaka bürünmüş sanki.
Kadın, kadının tanrısallığını kutsadıkça, erkek de tapıyor o herkesin kutsadığına!
2 Nisan 2004 Amerfort - JAIPUR
Yolculuk: 10
Aşçı Fok
Nurdan ÇAKIR TEZGİN