Çaktı çaktı şimşek çaktı,
düştü hanem ocak çöktü,
yıldırımı bilmez idik
huu komşular, bizi yıktı.
Şöyle birbuçuk metre kadar var yılanın boyu. İki taneler, biri odadaki eski zaman yüklüğünün içindeki yorgan ve yatakların arasına girip kayboluyor. Diğeri tam bel kemiğinin hizasındaki sırt bel çukurunun ortasına sokuyor kafasını. Yılanın yarısı belinden içeride yarısı yani kuyruk kısmı dışarıda! Yılanda hiçbir kıpırtı yok, acı da yok. Sadece girdiği bel hizasında yılanın gövde kalınlığı kadar bir delik var onu hissediyor. Hemen kendini dışarı atıyor ve bağırıp yardım istiyor.
Etrafında insanlar var hiç biri bir şey yapamıyor. Hastane çok yakınmış, hemen gidiyor birileriyle ama, doktorlar ilgilenmek istemiyor. Ameliyathanenin kapısına gidiyor bu defa “ne olur yılanı alın belimden kurtarın beni” diyor doktorların hiç biri ilgilenmiyor. Çok gerçekci bir duygu seli içinde yılan belinde, çaresizlikle uyanıyor rüyadan ve uyanır uyanmaz anlatmaya başlıyor. Anlatırken de yorumluyor!
“Kundalini yılanının yarısı içimde yarısı dışımda sakince duruyordu, hayır olsun hayırlar olsun, zenginlik ve fakirlik aynı kefede olsun, ak ile kara görünür olsun, bütün çığlıklar farkındalık doğursun. Oh rüyaymış” deyip seviniyor. Başlıyor yine nakarata; Kök çakrası canlansın, kundalinim oynaşsın, ışığı çağır yüce ruh, uyuyanlar uyansın!
Rüyanın etkisi gün boyu devam ederken gördüğü rüyayı hayra yormanın çabası içinde kararan gökyüzüne bakıyor. İçi sıkıntılı. Haziran enerjileri ile nasıl baş edeceğini düşlüyor kararan gökyüzüne bakarken...
Öğle saatlerinde şimşek çakmasıyla bardaktan boşanan bir yağmur başlıyor. Gökyüzü, gereğinden fazla hareketli… Gök gürlemeleri mavi atlası yırtıyor, derken kulakları sağır eden bir çatlamayla şimşekler evin içine sızıyor. Tam televizyonun arkasından çıkıyor ışıklar… Kablo kokusu, kararma ve atan sigortalar ile evin içinde düşen yıldırım, kıvrılıp bükülen yılan gibi yalayıp geçiyor göz perdesini.
Dil suskunlaşıp el hünersizleşiyor...
Gidip bir bardak su içip oturuyor yatağın ortasına. Ürperen bedeni üşüyor, omuzları çöküyor istemsiz çekiyor üzerine battaniyeyi. Teslimiyet dolaşıyor evin dört bir yanında. Oysa yılan sakin!
Hanene ay doğacak demişti fal, yılan dolanacakmış bilememiş!
İlerleyen saatler içinde duvarlardaki fişleri bile yerinden söküp fırlatan bir enerji patlaması yaşandığı anlaşılıyor evde. Bütün elektrikli ev aletleri yanmış, patlamış ve hasar görmüş. Kundalini yılanının yaptığına bakar mısınız, iyi ki yarısı dışarıda kalmış ya hepsi içeride kalaydı!
Çaktı çaktı şimşek çaktı,
düştü hanem ocak çöktü,
yıldırımı bilmez idik
huu komşular, bizi yıktı.
Şöyle birbuçuk metre kadar var yılanın boyu. İki taneler, biri odadaki eski zaman yüklüğünün içindeki yorgan ve yatakların arasına girip kayboluyor. Diğeri tam bel kemiğinin hizasındaki sırt bel çukurunun ortasına sokuyor kafasını. Yılanın yarısı belinden içeride yarısı yani kuyruk kısmı dışarıda! Yılanda hiçbir kıpırtı yok, acı da yok. Sadece girdiği bel hizasında yılanın gövde kalınlığı kadar bir delik var onu hissediyor. Hemen kendini dışarı atıyor ve bağırıp yardım istiyor.
Etrafında insanlar var hiç biri bir şey yapamıyor. Hastane çok yakınmış, hemen gidiyor birileriyle ama, doktorlar ilgilenmek istemiyor. Ameliyathanenin kapısına gidiyor bu defa “ne olur yılanı alın belimden kurtarın beni” diyor doktorların hiç biri ilgilenmiyor. Çok gerçekci bir duygu seli içinde yılan belinde, çaresizlikle uyanıyor rüyadan ve uyanır uyanmaz anlatmaya başlıyor. Anlatırken de yorumluyor!
“Kundalini yılanının yarısı içimde yarısı dışımda sakince duruyordu, hayır olsun hayırlar olsun, zenginlik ve fakirlik aynı kefede olsun, ak ile kara görünür olsun, bütün çığlıklar farkındalık doğursun. Oh rüyaymış” deyip seviniyor. Başlıyor yine nakarata; Kök çakrası canlansın, kundalinim oynaşsın, ışığı çağır yüce ruh, uyuyanlar uyansın!
Rüyanın etkisi gün boyu devam ederken gördüğü rüyayı hayra yormanın çabası içinde kararan gökyüzüne bakıyor. İçi sıkıntılı. Haziran enerjileri ile nasıl baş edeceğini düşlüyor kararan gökyüzüne bakarken...
Öğle saatlerinde şimşek çakmasıyla bardaktan boşanan bir yağmur başlıyor. Gökyüzü, gereğinden fazla hareketli… Gök gürlemeleri mavi atlası yırtıyor, derken kulakları sağır eden bir çatlamayla şimşekler evin içine sızıyor. Tam televizyonun arkasından çıkıyor ışıklar… Kablo kokusu, kararma ve atan sigortalar ile evin içinde düşen yıldırım, kıvrılıp bükülen yılan gibi yalayıp geçiyor göz perdesini.
Dil suskunlaşıp el hünersizleşiyor...
Gidip bir bardak su içip oturuyor yatağın ortasına. Ürperen bedeni üşüyor, omuzları çöküyor istemsiz çekiyor üzerine battaniyeyi. Teslimiyet dolaşıyor evin dört bir yanında. Oysa yılan sakin!
Hanene ay doğacak demişti fal, yılan dolanacakmış bilememiş!
İlerleyen saatler içinde duvarlardaki fişleri bile yerinden söküp fırlatan bir enerji patlaması yaşandığı anlaşılıyor evde. Bütün elektrikli ev aletleri yanmış, patlamış ve hasar görmüş. Kundalini yılanının yaptığına bakar mısınız, iyi ki yarısı dışarıda kalmış ya hepsi içeride kalaydı!